Miryokefalon Zaferi'nin Malatya ile ne alakası var?

Davut Çağrı Beyin üstün gayretleriyle 23 Mayıs 1040 tarihinde kazanılan Dendânekan Zaferiyle...

Davut Çağrı Beyin üstün gayretleriyle 23 Mayıs 1040 tarihinde kazanılan Dendânekan Zaferiyle Türkiye Devleti kurulmuş, Malazgirt Zaferinden 105 yıl sonra 17 Eylül 1176’da kazanılan Miryokefalon Zaferiyle de Anadolu’nun bir Türk vatanı olduğu tescil edilmiştir. Malazgirt Zaferinin ardından Bizans’ın, İmparator Romen Diyojen’in düşük ilân edilmesinin, yapılan antlaşmayı nakızla Romen Diyojen’in vahşiyane kör edilmesi ve büyük ıstıraplar içinde ölümünü haber alan Sultan Alpaslan’ın, beylerine, Anadolu’yu fethetmelerini buyurması üzerine Anadolu maceramız başlamış bulunuyordu.

1075 yılında Uluborlu, Barla, Eğirdir, Yalvaç ve doğusu bir antlaşmayla Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından fethedildi. 1080 yılında da Bursa-İznik başkent oldu. 1071 Malazgirt Zaferinin ardından kilise tarafından başlatılan Haçlı Seferi çalışmaları Avrupa’da ilk neticesini 1096 yılında verdi. Haçlılar, 1096 yılında mağlup edildi, ancak 1097 yılında daha kesif geldiler ve Bursa-İznik düştü. Ardından Eskişehir, Barla, Eğirdir ve Yalvaç da düştü. Türkler, Akşehir ve Yalvaç’ın doğusuna atıldılar ve kaybettikleri yerleri geri alabilmek için Şarkîkaraağaç ile Uluborlu arasında yıllarca savaştılar.

Bu savaşlardan biri ve belki de en büyüğü 17 Eylül 1176 Cuma günü Eğirdir Gölü ile Hoyran Gölü arasındaki Miryokefalon Kalesi önünde yapılan savaştı. Tarihçi, “Manuel, binlerce savaşçıdan terekküp eden ordusuyla Türk milletini ortadan kaldırmak amacıyla yürüyüşe geçti” (Honiyates, 1995: 123) şeklinde kaydeder.

Aslında 4-4,5 asır önce başlayan bir Anadolu maceramız daha vardı. Şam Valisi Muaviye, 646 yılında Uluborlu, 651 yılında da Eskişehir’i geçerek Marmara Denizi’ne kadar askerî keşifler yapmıştı. 668’de Halid b. Velid’in oğlu Abdurrahman Uluborlu’yu haraca bağlamış, bir yıl sonra da Sahabe Fedale b. Ubeyd el-Ensarî, kışı Gelendost civarında geçirmiş, 669 baharında da Gemlik yakınına gelmiş ve orada, deniz yoluyla gelen Yezid’in ordusuyla birleşmiş ve İstanbul’u kuşatmış, dönüş yolunda da Uluborlu’yu fethetmişti. Hatta İstanbul fethine, Peygamberimizin sancaktarı Eyûb el-Ensari de katılmıştı.

Fetih hareketleri devam edip giderken, 708’lerden itibaren Battal Gâzî’yi Beyşehir, Yalvaç, Eğirdir, Uluborlu ve Afyonkarahisar civarlarında görüyoruz. Mesleme b. Abdülmelik, 708 yılında Kemer Boğazı civarında büyük bir Bizans ordusunu mağlup etti. “Râvilerin dediklerine göre Rum ülkesindeki Antakya el-Muhterika’yı (Yanmış Antakya) Abbas b. Velid b. Abdülmelik yakmıştır” (el-Belâzurî, 2002: 244) denilir ki, bence râviler hatalıdır. 713 yılında Mesleme’nin yeğeni Abbas’ın Yalvaç’ı yakması mantıkî değildir. Yalav-aç adını, Kaikos (Yanmış) vadisinden alır. Yalvaç’taki tapınağı, intikam almak için Hıristiyanlar yakmıştır. 717 yılı; İstanbul seferi sırasında Mesleme’nin zabitlerinden biri Uluborlu’yu kuşattı. İşte bu zabit, Battal olmalıdır. O, Mesleme’yle birlikte Uluborlu-Denizli-Alaşehir-Çanakkale üzeri İstanbul’a gelmiş ve beş yıl süren İstanbul kuşatmasına katılmıştır.

Hatta Ayasofya’ya kadar da girdiği söylenir.  O zamanlar Eğirdir Gölü, üst köşedeki hatıra para resminde görüldüğü gibi iki parçadır ve iki göl arasında Menderes adında bir ırmak vardır. Sonrasını İbn Sa’îd el-Mağribî (1213-1286)’den görelim:  “Türkmenler Selçuklu devrinde Rum diyarını fetheden Türk soyundan çokluk bir kavimdir. Onlarda, başka yerlere gönderilen kilimler yapılır, buranın sahilinde Con (Can Adası) vardır. Burası seyyahlarca meşhurdur. Buraya büyük, derin bir nehir dökülür, bu nehrin Battal nehri diye mâruf olduğu söylenir. Bu Battal’ın Emeviler zamanında Rum’a gazâlar yaptığı söylenir. Bu nehrin üzerinde bir köprü vardır. Bu Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında sınırdır. (Eğirdir) ve etrafında iki yüz bin kadar Türkmen çadırı bulunduğu söylenir ve bunlara Uc denir (Vittek, 1944: Menteşe Beyliği, s. 2). “(el-Battal’ın) ismi kitaplarında zikredilmektedir ve kabri de oradadır” (Erkoçoğlu, 2013: Hamideli Tarih 01, s. 37). 
  
İki göl arasındaki Menderes’e Battal Nehri adı verilirken, “Mercü Hüseyin (Hüseyin Ovası), Hüseyin b. Müslim el-Antakî’ye nispet edilmiştir. Bunun sebebi, onun burada düşmana karşı büyük kahramanlıklar gösterdiği bir olayda bulunmasındandır” (el-Belâzurî, 2002: 244) kaydında görüldüğü gibi nehrin solundaki (doğusundaki veya Gelendost tarafındaki) ovaya da muhtemelen Hüseyin Ovası denilmiştir.  

Adı Abdullah olan Battal’ın künyesi Ebû’l-Hüseyin olup baştaki takısı düşmüş olmalıdır. Söz konusu Hüseyin, Battal Gâzî’nin babası değil, bizzat kendisidir. “Battal Gâzî, Seydişehir-Muradiye (Manastır) köyündeki kadın manastırındaki bir kadınla evlenmiş, Hüseyin ve Yahya adındaki çocukları bu kadından olmuştur” (Topraklı, 2018: 98, Hamideli Tarih 05). El-Belâzurî (öl. 892)’nin kaydından da anlaşılacağı gibi Battal Gâzî’nin babasının adı Müslim olup, Antakyalı’dır (Hatay veya Yanık Antakyalı/Yalavaçlı).  30 yıl kadar Gelendost civarında gazâ eden Battal Gâzî, 740 yılında, Afyon-Çay-Çayıryazı köyünde 13.200 askeriyle birlikte şehit düşmüştür, türbesi de oradadır ve Hüseyin Dede olarak anılmaktadır. On yıldır Miryokefalon Zaferi kutlamalarına katılmak için Isparta’ya gideriz ve Türklerin gönlünde taht kuran bu büyük gâziyi Çayıryazı köyünde muhakkak ziyaret ederiz. Dört yıl oldu, böyle bir seyahat esnasındaki Yalvaç ziyaretinde, Yalvaç kazı başkanı Malatyalı Prof. Dr. Mehmet Özhanlı, arkadaşların dediğine göre, “Ramazan Beye selam söyleyin, Miryokefalon Savaşı Malatya’da oldu” diye şaka etmiş. Mehmet Beye Allah söyletmiş! Ermeni tarihçi Simbad’dan öğreniyoruz ki, Miryokefalon Savaşı, Malatya’da olmasa da Malatyalı Kalesi önünde olmuş ve Türkmenler, Manuel’i hezimete uğratmış.

Kim bu Malatyalı? Bundan asgari bin yıl evvel, Isparta’daki bir kaleye adını veren büyük kahraman kim?

TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki Battal Gâzî maddesinde A. Yaşar Ocak, “Böylece, tabir câizse, Emevî kumandanı Battal Gazi, heterodoks Türk zümreleri arasında yerini Hz. Ali soyundan gelen Seyyid Battal Gazi’ye bırakmıştır. (…) Battal Gazi’nin kahraman bir evliya olarak günümüzde hâlâ halk tarafından saygı gördüğü ve başta Seyitgazi’deki ve Eski Malatya’da Aspuzu Bağları içindeki türbesi olmak üzere, ona nisbet edilen diğer türbelerin büyük bir saygıyla ziyaret edildiği bilinmektedir” der.

Malatya’da sekiz yıl oturmuş olan Bilâl Sürgeç’e sordum: “Bir türbesi olsaydı ziyaret ederdik, bir ilçelerine bile Battal Gâzî adını veren halk, elbette o türbeyi korurdu” dedi. Israrım üzerine iki Malatyalı arkadaşına daha sordu ve son söz olarak Malatya’da Battal Gâzî’ye ait bir türbe olmadığını söyledi.

Simbad şöyle diyor: “Konya Sultanı Kılıç Arslan, Konya’ya uzak olmayan bir yerde, bugün yıkık ve terk edilmiş olan Meldinis Kalesi’nin önünde Bizans İmparatoru Manuel’i hezimete uğrattı” (M.

Akif Ceylan, 2016: 73).  Ermenice metni, 15.01.2020 günü Sevan Nişanyan’a sordum: “Üçüncü satır, sekizinci sözcük Մելտինիս Meltinis yazıyor. “İkoni (Konya) önündeki / öncesindeki harabe kale ki adı Meltinis’tir”. Aslına bakarsanız Malatyalı demektir diye cevap verdi, kendilerine müteşekkirim. Ceylan, Ermenice bir kelimeyi Ermeni’ye sormuyor ve Meltinis kelimesini Meldinis, onu da Meldos yaparak, Miryokefalon’u Bağırsakdere Boğazı’na götürmeye çalışıyor. Ermeni Simbad (1208-1276), Miryokefalon Savaşı’nın o sırada harabe vaziyetteki Malatyalı Kalesi önünde yapıldığını söylüyor.

Sn. M. Akif Ceylan, bu Malatyalı kimdir, diye araştırmamakta ve bir kahramanı silip atmaktadır.

Malatyalı olan zat bence, Battal Gâzî’dir ve Battal Gâzî, şimdi göl altında kalan ırmağa ve ovaya adını verdiği gibi, Eğirdir Gölü ile Hoyran Gölü arasındaki Kemer Boğazı (Miryokefalon: Kırkgöz) bölgesi ve ırmağın kıyısında, Bölük Adanın yerinde bulunan kaleye de adını vermiştir.  Ben şimdi halkımızdan ve Isparta yöneticilerinden rica ediyorum; Hak yerini bulsun ve Bölük Adanın adı bundan böyle Malatyalı Adası olsun. Bizim bilemediğimiz ve eksik bıraktığımız hususlar varsa, onları da lütfen tarihçiler ve Malatyalılar tamamlasın. 

Ramazan Topraklı

Kayısı Haber

Bakmadan Geçme