Ahmet Küçükşahin

Millet ve Yöneticileri

Ahmet Küçükşahin

Yöneticiler iyi veya kötü olsunlar, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer yansımasıdırlar. Yani toplumun çoğunluğu nasılsa onlar da öyledirler. Onlar, milli ruhun birer kopyasıdır ve halk kitlelerinin içinden doğmuştur.

Bir millet nasılsa, devlet adamları da onlar gibidir. İşte bu nedenledir ki, eskiden beri  “Her millet, layık olduğu idare ve devlet adamlarına sahip olurlar” veya “Her halk layık olduğu şekilde yönetilir” denilmiştir. 

Kimi devletler yöneticilerinin hataları ya da yetersizlikleri nedeniyle yıkıcı krizler geçirirler veya tamamen mahvolurlar.

Kimi devletlerse akıllı ve başarılı yöneticileri sayesinde halkına mutlu bir yaşam sağlarlar. 

Büyük bir adam, bir kahramandır, bir yıldırımdır. Yıldırımı oluşturan o milletin kendisidir. Bulutlar elektrikle dolduğunda, yıldırım kendiliğinden çakmaya başlayacaktır. Eğer bulutta elektrik yoksa o sadece bir su buharı kütlesidir; yıldırım çaktıramaz. Milletler de böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık unsurlarına sahipse ondan yıldırımlar doğar; o milletin/halkın arasından kahramanlar çıkar. Eğer halk sadece bir su buharı kütlesiyse, hiçbir iç ya da dış güç ondan yıldırım çaktırmasını beleyemez. 

Türk, bir millettin adıdır ve buna Türk milleti denir. Tarihi derinliği vardır. Türk milleti Bilge Kağan’ı, Cengiz Han’ı, Atilla’yı, Ahmet Yesevi’yi, Yunus Emre’yi, Pir Sultan Abdal’ı, Mevlana’yı, Hacı Bektaşi Veli’yi, Atatürk’ü yaratmıştır. Bir milletin içinden çıkan her büyük adam, o milletin büyüteci gibidir.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan ve 1924 Anayasası 88’nci maddesinde tarif edilmiş olan Türk tanımı biraz farklıdır.  Madde 88- “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir” diye yazmıştır. Bunun anlamı, Türk ırkından olmayan ve ancak bu ülkenin kurulması esnasında olumlu veya olumsuz katkı sağlamış olan herkesi kucaklamaktır. Zira Avrupalı devletler 30 Yıl Savaşlarından sonra yapılan 1648 Wesfalya Barışından itibaren, başka ülkelerin iç işlerine karışmalarını önlemek için dini ve mezhepsel tanımlamayı bırakarak, ülke içindeki vatandaşlarını “millet” tanımı altında toplamaya başlamışlardır. Bugün için bu tanımlama çağın gereğidir. “Birleşmiş Milletler” adı da, bu yaklaşımdan gelmektedir.

Yeni tanıma göre “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti” denir. Bu tanım doğrultusunda, bugün “Kimse bizim karşımıza Türklük’le de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız” diyenlerin, “Saygı duruşu, İstiklal Marşı olmayabilir” diyenlerin, “Türkiye Cumhuriyeti devletini kendisi ile hesaplaştırdık” diyenlerin, “Bu ülkenin adının Türkiye olması belki yanlış bir şey” diyenlerin, “İstiklal Marşından rahatsızlık duyuyorum” diyenlerin, “Türk milleti yerine Anadolu milleti olsun” diyenlerin,  “Türk bayrağı demeyi artık tartışmaya açmamız gerekir” diyenlerin, “Türk milleti diye bir ırk yoktur” diyenlerin ataları da Türk Milleti tanımı içerinde yer almışlardır. 

Eğer tanım böyle olmamış olsaydı, bugün Türk Milletini aşağılayanlar Türkiye Cumhuriyetinde iktidar olmak bir yana, yönetici dahi olamazlardı.   

Her halk, devletin başına ya akıllı, güçlü ve yetenekli liderleri ya da önemsiz beceriksiz kişileri geçirir. Bunlardan hangisinin devletin başına geçeceğine halkın o dönemki ruh hali ve değerleri belirler. Son yıllarda başımıza gelenlerin (değer yargılarımızı yitirmemizin, dünya toplumları içinde aşağılanmamızın, sonbahar yaprağı gibi savrulmamızın, benliğimizi kaybetmemizin, belki de en önemlisi ümidimizi kaybetmemizin) iki nedeninin olması gerekir. 

Birincisi Türkiye Cumhuriyetini, tarihin derinliklerinden süzülerek gelen ırk kaynaklı yöneticilerden ziyade, yeni tanıma uygun kişilerin yönetiyor olması, ikincisi son dönemlerde halkımızın ruh halinin, değerlerinin ve eğitiminin yozlaşmış olması olabilir.   
 

Yazarın Diğer Yazıları