Ahmet Küçükşahin

İslam'da Tarikatların Doğuşu

Ahmet Küçükşahin

Hz. Muhammet’in 632 yılında ölümünden kısa bir süre sonra dünya fatihleri ile Kuran’daki büyük mahkeme düşüncesinden etkilenen dindar kesim arasında gerginlikler baş gösterir. 

İlk sufiler (suf; yün demektir) Irak-Suriye bölgesinde görülür. Bunlar kendilerini özellikle gece yapılan ibadetlere adarlar, öngörülen zamandan çok daha uzun süre oruç tutarlar, yalnızca yasak ve ayıp olandan değil, hoş görülenden veya şüpheli olandan da vazgeçerler.

Ünlü bir özdeyişle , “en büyük kutsal savaş” olarak nitelendirilen nefse karşı savaşırlar. 

Tasavvuf akımları yalnızca Mezopotamya’da değil, daha çok Budist etkilerin de yadsınamayacağı Doğu İran ve Horasan’da da görülür. 

Doğu’nun en büyük sufisi İbrahim İbn Edhem (ölümü 780)’dir. 

Bu dönemki tasavvuf, Peygamberin öğüdü olan “önce deveni bağla, sonra tevekkül et” anlayışının da ötesinde “Allah’a güven, tevekkül” anlayışıdır. (Tevekkül, her şeyi Tanrı’ya, yazgıya bırakma, yazgıya boyun eğme, her şeyi Tanrı’dan bekleme). 

Fakir “yokluk” başlangıçtan beri hareketin merkezinde yer alan temel kavramlardan birisidir. Bu noktada esas alınan söz, Peygamber’in “fakr fakhri” (fakirlik benim gurur kaynağımdır) hadisidir.
 
İnsan tüm dünyevi bağlantılarından vazgeçtiğinde fakir ve fani, yani “yok olmak”la bütünleşir. 

Nefse karşı aralıksız sürdürülen savaşa yalnız, yokluk, açlık, gece ibadetleri ve sıklıkla uygulanan susmak değil, aynı zamanda duygusal hareketlerin dikkatlice gözlenmesi de önemli bir rol oynar. Zira kibir, kendini beğenmişlik ve övgü peşinde koşmak, en kötü duygulardır. 

Bütün bunlardan amaç, öncelikle rıza (memnunluk)tur, olan her şey için minnettarlık duymaktır. 

Onuncu yüzyılda bir öykü bu kavramı netleştirir:
Sufi, duasında “Allahım” der, “benim senden memnun olmamamdan memnun musun?” O anda bir ses işitir: “Yalancı” der, “eğer memnun olsaydın, benim memnuniyetimi aramazdın.”
Sufilerin yaşam tarzı bir süre sonra kendine yeten amaç olmaktan ileri gider.

 Sekizinci yüzyılın ortalarında Basralı Rabia’nın (Ölümü 801) en bilinen temsilcisi olduğu aşk tasavvufu ortaya çıkar. 

Rabia’nın ölümünden bir buçuk yüzyıl (150 yıl) sonra memleketi Irak’ta farklı sufiler tarafından hem “aşk” hem de çeşitli mistik haller ve makamlar yeniden tanımlanır. 

Bu bağlamda bazı isimler şöyledir.

Irak’ta Muhasibi (Ölümü 857)
Mısır’da Zennun-i Mısri (ölümü 859)
İran’lı Bezezit-i Bistami (Ölümü 874)

İran’ın Horasan bölgesinden Hallac-ı Mansur (Ölümü 26 Mart 922) “En-el hak (ben mutlak gerçeğim)” sözleriyle dikkat çeker. Onun “ben Hakk’ım” cümlesi Fars bölgesinde “ben Allah’ım” şeklinde çevrilir. 

Hallac-ı Mansur’un 26 Mart 922 günü canice öldürülmesiyle Birinci Tasavvuf dönemi sona erer.

 Yaklaşık 150 yıllık bir ara dönemde bu hareketin sistemleştirilme çabaları güçlenir. Sistemleştirme çalışmaları, İranlı ilim adamı Gazali (1058-1111) tarafından doruk noktasına ulaştırılır. 

Gazeli’nin 1111 yılında ölümünden sonra sufizmde yeni bir dönem açılır, bu tarikatların da yeni dönemi olur. 

İlk sufiler, şeyhlerinin meslek sahibi, çoğunlukla da zanaatkar olmasına dikkat ederler. Bu bağlamda Abdulkadir Geylani (ölümü 1166) tüm kültürel manzarayı değiştirecek olan yeni bir süreç başlatır. 

Tasavvuf edebiyatının ana vatanı İran’dır. 

Koyu dindarların gelenekçi İslam’da uygulayamadıkları duygusal dindarlığa bu vesile ile fırsat verilir; ayrıca toplu dualar, çoğunlukla müzikal toplantılar; kişisel ilgi ve destek de sunulur.  

Şeyh tekris (temel atma, başlatma) yoluyla silsilesi Peygambere kadar dayanan ruhani zincire kabul edilen mürit (öğrenci) üzerinde sınırsız güce sahiptir. Mutlak itaat şarttır. Mürit, şeyhin gözetimi altındadır, onun gelişimini dikkatle takip eder. Onu genellikle kırk gün süren bir inzivaya yollar, ona doğru zikir (Allah’ı sürekli düşünmek) formüllerini verir.
 
İlk Türk mutasavvıf olma özelliğini taşıyan Ahmet Yesevi (1093-1166), Türk halk şiirinin öncülerinden kabul edilir, oldukça önemli bir mutasavvıf ve edebiyatçıdır. Kurduğu tarikatın ismi Yeseviliktir. Yesevilik, İslam’da kadın-erkek denkliğini yaşatan, Anadolu Aleviliği üzerinde bir hayli tesiri olan, Bektaşi Tarikatı’nın da beslendiği tasavvufi yol ve bir Türk tarikatıdır.

Mevlana Celalettin Rumi’nin(1207-1273)’ ölümünden sonra, düşünceleri doğrultusunda Anadolu’da gelişen bir diğer tarikat Mevlevilik'tir. Temel öğretisi hümanizmdir ve hayat boyu en önemli olan şeyin ‘insanca hareket etme’ olduğunu kabul eder. İnsan odaklı olup hoşgörüye, güzele ve ihlasa yöneliktir, pes etme yoktur, pişman olma ve affetme vardır. 

Bir diğer tarikat, Mevlana ile aynı döneme rastlayan İran Nişabur doğumlu olan Hacı Bektaşi Veli (1209-1271) tarafından kurulan Bektaşilik tarikatıdır. Anadolu’da, Mesnevilikle neredeyse  eşzamanlı ortaya çıkan Bektaşilik, daha sade bir tarikattır. 

Bektaşilikte herkese karşı sevgi ve saygı öğütlenir. Hİç kimse vicdani kanaatinden ve dinsel düşüncesinden dolayı kınanmaz ve ayıplanmaz. Bektaşi Allah, Muhammet, Ali ve Ehlibeyt sevgisinden başka muhabbetleri gönlünden çıkarır. Bektaşilik birden çok kadınla evlenmeye izin vermemiştir. Bu tarikat Osmanlı’nın seçkin asker sınıfı Yeniçerilerle işbirliği yapar. Sade ama güçlü Bektaşi şiirleri Türk şiir sanatının en ilginç belgelerindedir. Bektaşiler 1828 yılında Yeniçeri ocağının kapanmasıyla, en azından görünürde güçlerini kaybederler. 

Özellikle, tasavvufi öğretmen, evliya mertebesine yükseltilen şeyhtir. Ona gösterilmesi gereken itaat, her tarikatın temel kuralıdır ve İslam tasavvufunda en başta ifade edilmesi gereken unsurdur. “Mürşidi olmayanın müridi şeytandır.” (Mürşit: doğru yolu gösteren kimse, kılavuz, Mürid: dileyen, isteyen, arzulayan, irade ve istek sahibi olan.)

Mevlevilik ve Bektaşilik Osmanlı İmparatorluğunun dışına çıkmaz. 
Evliya kültürü ise İslam öncesi fikirlerle karışır. Eski yöresel tanrılar, çoğunlukla isimleri bilinmeyen evliyalarla yaşatılmaya devam edilir. Bu özellikle de mezar kültürü için geçerlidir. Hıristiyanlıktaki bazı kutsal yerler İslam inancında da kutsal sayılır (Hıdır, Aziz George, İlyas vb.).  

Buna karşın prensip olarak İslam, insanlarla Allah arasında aracı kabul etmez.
14’ncü yüzyılın sonunda Fazlullah Esterabadi tarafından Hurifilik kurulur. Burada tasavvufta sık rastlanan sayıların ve harflerin derin anlamları olduğuna dair görüşler Türk tarikatlarında, özellikle de Şii etkilerinin yer yer hissedildiği Bektaşilikte canlanır.

Halk edebiyatının önemli bir parçası olan Türk Bektaşi şiirleri ağırlıklı olarak Hz. Ali ve ailesine övgü şiirlerinden oluşur. 

Hurufi tarikatının en büyük temsilcisi canice (Boynu vurulup, derisi yüzülerek öldürülmüştür.) katledilen Türk şairi Nesimi’dir (Ölümü 1417). 

Siyasal koşulların sürekli değiştiği bir ortamda, üstün gelen Batıya karşı İslam bölgelerinde devrimci hareket olarak, “önceki nesil” anlamında Selefilik hareketi ortaya çıkmıştır. Bu akımın amacı, isminden de anlaşılacağı gibi selef “eskiye, Peygamber dönemine geri gitmek”tir. Yalnızca Kuran ve hadislerin esin kaynağı olarak yeniden yorumlanabileceğini söylerler. Klasik Selefilik 14.yüzyılda İbn Teymiyye (1263-1328) ile başlamış olsa bile 18.yüzyılda yeniden canlanmıştır.

İslam birliği düşüncesinin en bilinen temsilcisi ise Cemaleddin Efgani’dir (ölümü 1897’dir). 

Sonuç olarak, hiç kuşkusuz, topluma yön verecek gerçekten de yetenekli önderler vardır. Ancak sözde şeyhlerin büyük bir çoğunluğu tasavvuf yolunda kendini gösteren okültist (din ve bilimin kapsamı dışında kalan doğaüstü inançlar ve uygulamalar) yeteneklerini kötüye kullanarak insanları kendilerine bağlamayı ve sömürmeyi ihmal etmezler. Bu açıdan bakıldığında Atatürk’ün Türkiye’de 1925 yılında bütün tekkeleri kapattırması anlaşılır bir adımdır. Sözde evliyaların, zaten inanmaya hevesli halkı etki altına almalarını önlemek istenmiştir.

Yorumlar 2
Tamer 09 Ağustos 2022 11:59

Nereden buldun yasası derhal uygulanmalı

Ahmet 08 Ağustos 2022 13:46

Seni TV programına çıkaralım mı bu konuyu konuşmak için. E artık yazı yazdın ehilsin bence. Sırf niye kapatıldığını kendince temellendirmek için Hiç bir bilginin olmadığı bir alanda biliyormuş gibi yapıp Google'dan copy-past yöntemle yazı yazma marifeti demode oldu amcacığım. Bu ülkede üniversitelerde tasavvuf ana bilim dalı diye bir disiplin var. Sana en yakın bir üniversite kütüphanesine gidip alanı tanıyabilirsin. Daha doğru bilgi edinirsin.

Yazarın Diğer Yazıları