Ahmet Küçükşahin

Kürtlerin Kökeni

Ahmet Küçükşahin

 “Terörsüz Türkiye“ söylemi ile Bebek katili ile masaya oturan iktidarı iç dinamiklerle durduracak tek yol bilgidir. Halk aydınlandıkça, bu işe girişen partilere desteğini kestikçe, anılan partiler desteksiz kalacak ve masadan kalkmak zorunda kalacaktır. Bu yazıdaki konumuz “Kürtlerin Kökeni“dir.
 

1. Temel Tezler
Kürtlerin kökeni konusunda açık bir bilgi olmadığı için, tarih boyunca hem bölge halkları hem de uluslararası araştırmacılar tarafından tartışılmış, farklı ve çoğu zaman birbirine zıt tezler (varsayımlar) ortaya atılmıştır. Öne sürülen başlıca teoriler (varsayımlar) arasında Guti-Gurti-Kutlar, Kart-Kardu, Hurri-Mitanni, Med-İskit, Urartu, Sümer ve Elam kökenleri ile Lulular, Cyrtii/Kurtiiler, Kimmerler ve Kaldeler gibi eski topluluklarla bağlantılar yer almaktadır. Bu görüşler, kimi zaman arkeolojik ve dilbilimsel verilere, kimi zaman ise efsanelere veya siyasi yorumlara dayandırılmıştır.
 

Günümüzde dahi, Kürt, Gurmanç ve Zaza topluluklarının kökeni konusunda kesin bir mutabakat yoktur. Bazıları kendilerini Türklerden ayrı bir ırk olarak tanımlarken, bazıları Türk kökenli olduklarını, kimileri ise başka halklarla akrabalık bağları bulunduğunu savunur. Bu çeşitlilik, bölgenin yüzyıllar boyunca göç, iskan ve kültürel etkileşimlerin kesişme noktası olmasıyla da ilgilidir.
 

2. İlk Kayıtlar ve Antik Kaynaklar
“Kürt” adı, bilinen en eski biçimiyle, Göktürk alfabesiyle yazılmış ve MS 550-600 yıllarına tarihlenen Elegeş Yazıtı’nda geçmektedir. Bu yazıt, Yenisey Nehri’nin kollarından biri olan Elegeş Çayı civarında bulunmuş, “Kürt elinin Hanı Alp Urungu” ifadesiyle tarihe geçmiştir. Yazıtta yer alan Kürt adı, o dönemde Türkçe konuşan ve Türk boylarıyla iç içe yaşayan bir topluluğu işaret eder.
 

Kaşgarlı Mahmud’un 11‘nci yüzyılda yazdığı Divan-ü Lügat-it-Türk’te “Kürt” kelimesine “kayın ağacı” ve “bir şeyi kütür kütür yemek” anlamları da verilmiştir. Bu kullanım, kelimenin o dönemde etnik bir tanımdan çok coğrafi veya yaşam biçimi ile ilgili olabileceğini gösterir. Bunun haricinde “Kürtçe“ denen dillerde dahi bu kelimenin tanımı mevcut değildr.
 

Bizans İmparatoru VII. Konstantinos, 10‘ncu yüzyılda kaleme aldığı De Administrando Imperio adlı eserinde, Karadeniz’in kuzeybatısında “Kürt” adını taşıyan bir Türk boyundan söz eder. Arap coğrafyacı Mesudi ise Kürtleri “konar-göçer topluluk” olarak tanımlar ve onları coğrafi özellikleri ile tarif eder. Buna karşılık, Herodot gibi Antik Çağ’ın büyük tarihçileri, Kürtlerden hiç bahsetmez. Bu sessizlik, bazı araştırmacılara göre Kürt adının erken dönemlerde yaygın bir etnik tanım olmadığını, daha çok bölgesel veya sosyoekonomik bir nitelendirme olduğunu düşündürür.
 

3. Osmanlı Dönemi ve Adlandırma
Osmanlı arşiv belgelerinde “Ekrad” terimi, genellikle dağlık bölgelerde yaşayan ve göçebe hayvancılıkla geçinen topluluklar için kullanılmıştır. Bu adlandırma, etnik kökenden çok yaşam biçimine dayanır. Yavuz Sultan Selim’in 1514 Çaldıran Seferi sonrasında İç Anadolu’dan bazı Türk aşiretleri Doğu illerine yerleştirilmiş, burada yaşayan “Baba-Kürdiler” ile kaynaşarak “Kormancı” adını almışlardır. Böylece, zaman içinde dil ve kültür bakımından farklılaşmalar başlamış, ancak köken bakımından önemli ölçüde Türk unsurlar korunmuştur.
 

19‘ncu yüzyılın sonlarında II. Abdülhamit, merkezi otoriteyi güçlendirmek amacıyla Hamidiye Alaylarını kurmuştur. Bu birlikler, hem Kürt hem de Türkmen aşiretlerinden oluşturulmuş, bölgede devletle aşiretler arasında yeni bir güç dengesi yaratmıştır. Ancak bu süreçte, bazı topluluklar kendilerini “Kürt” kimliği ile tanımlamaya başlamış, bu da etnik aidiyetin siyasi boyut kazanmasına yol açmıştır.
 

4. Lozan ve Cumhuriyet Dönemi
1923 Lozan Barış Konferansı’nda Kürtlerin kökeni konusu doğrudan gündeme gelmiştir. İsmet Paşa, dönemin Encyclopaedia Britannica verilerine dayanarak Kürtlerin Turanî kökenli olduğunu savunmuş, İngiliz heyeti ise Kürtleri İranî kökenli göstermeye çalışmıştır. Ancak ilginç biçimde, Britannica’nın önceki baskılarında Kürtlerin Turanî olarak tanımlandığı, sonraki baskılarda ise bu tanımın değiştirildiği görülür.
1926’da Milletler Cemiyeti’nin Musul-Kerkük bölgesi hakkında hazırladığı rapor, Kürtlerin ne Arap, ne Türk, ne de İranlı olduğunu; karmaşık ve heterojen bir topluluk oluşturduklarını belirtir. Bu tespit, etnik kimlik tartışmalarında günümüzde de sıkça referans gösterilmektedir.
 

5. Dil, Etnik Yapı ve Çeşitlilik
Ziya Gökalp, Kürtleri Kurmanç, Zaza, Soran, Guran ve Lur olmak üzere beş ana gruba ayırır. Bu gruplar arasında lehçe farklılıkları belirgindir; kimi zaman birbirlerini anlamakta güçlük çekerler. Dil farklılıklarının yanı sıra, dini ve kültürel çeşitlilik de yüksektir: Sünni, Alevi, Yezidi ve farklı tarikatlara mensup topluluklar bir arada bulunur.
Bruinessen, bölgedeki bazı aşiretlerin zamanla Türkleştiğini, bazılarının ise Kürtleştiğini; özellikle Alevilerin büyük kısmının Türk soylu olduğunu belirtir. Bu durum, “Kürt” adının homojen bir etnik gruptan çok, tarihsel süreçte değişen ve dönüşen bir topluluklar bütünü olduğunu düşündürür.
 

6. Modern Dönem Tartışmaları ve Kürtçülük
19’ncu yüzyıldan itibaren Batılı misyonerler, seyyahlar ve konsoloslar bölgeye gelerek Kürtler üzerine araştırmalar yapmış, bu araştırmaların bir kısmı siyasi amaçlar taşımıştır. Yerel lehçeler “Kürtçe” adı altında sınıflandırılmış ve Hint-Avrupa dil ailesine dahil edilerek, Kürtlerin Türklerden farklı bir kökene sahip olduğu yönünde tezler desteklenmiştir.
 

20’nci yüzyılda Sovyetler Birliği, “Kürdoloji” alanında çok sayıda akademik çalışma yürütmüş, bu araştırmalar hem dilbilimsel hem de tarihsel veriler üzerinden yeni yorumlar geliştirmiştir. Bununla birlikte, Dr. Mehmet Şükrü Sekban gibi bazı aydınlar, uzun yıllar Kürtçülük hareketi içinde yer aldıktan sonra, yaptığı araştırmalar sonucunda Kürtlerin Türk kökenli olduğu görüşüne varmış ve bu yönde eserler yayımlamıştır.
 

7. Sonuç
Kürtlerin kökenine dair kesin bir bilimsel uzlaşı mevcut değildir. Antik kaynaklardaki sınırlı atıflar, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde farklılaşan siyasi tanımlar, göç ve kültürel etkileşimler, bu toplulukların “tek bir millet” olarak tanımlanmasını zorlaştırmaktadır. Mevcut kanıtlar, “Kürt” adının tarih boyunca çoğu zaman bir etnik kimlikten çok, coğrafi konum ve yaşam tarzına dayalı sosyo-politik bir terim olarak kullanıldığını göstermektedir.
 

Dolayısıyla, Kürt kimliğini anlamak, sadece etnik köken tartışmasıyla sınırlı tutulamayacak kadar karmaşık bir meseledir. Dil, din, kültür, tarihsel göçler ve siyasi süreçlerin tümü, bu kimliğin şekillenmesinde belirleyici olmuştur.
 

Yazarın Diğer Yazıları