Ahmet Küçükşahin

Milli Olamamak Eski Bir Hastalığımızdır

Ahmet Küçükşahin

Osmanlı’da Tanzimat (düzenlemeler, reformlar) denilen şeyin, halkımızın insan hakları, hukuk devleti, demokrasi mücadelesinin başlangıcı olduğu ve 1839-1878 dönemini kapsadığı kabul görür. 

Sultan Abdulhamit’in padişahlığının bir bölümünü de kapsayan Tanzimat döneminde Avrupa devletlerinin oynayacağı rol, ünlü Tanzimat Paşalarından Fuat Paşa tarafından şöyle açıklanmıştı: “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir.” 

Paşanın sözünü ettiği “yukarısı” padişahtır. “Aşağısı” ise halktır. 

Onun için Paşalar, padişaha karşı bir ağırlık oluşturabilmek için zaman zaman “düvel-i muazzamaya” (büyük devletlere) yaslanmak durumunda kalmışlardır. Örneğin;
Keçecizade Fuat Paşa(1863-1866), Ali Paşa(1866-1871) daha çok Fransız,
Mustafa Reşit Paşa(1857-1858), Hüseyin Avni Paşa (1874-1875), Mithat Paşa (1876-1877) daha çok İngiliz,

Mahmut Nedim Paşa (1875-1876) daha çok Rus desteğinden yararlanmışlardır. 

Şunu da belirtmek gerekir ki, 1839 askeri iflasından sonra Osmanlı Devleti tam bağımsız bir devlet olmaktan çıkmış, yarı bağımlı  (ya da sömürge), yarı bağımsız bir devlet durumuna düşmüştür. Osmanlının ilginç yönü, şu ya da bu devletin değil, ama büyük Avrupa devletlerinin ortak yarı sömürgesi olmasıdır. 

Yukarıdaki satırlar arasında, bizi kendimizden ziyade başkasının gücünden istifadeye yönelten sebeplerin;

-    Baskı rejimi,
-    Baskı rejiminden dolayı bir şey yapamamanın acizliği içinde kalma,
-    Kendine güvensizlik,
-    Halkın bilmezlik ve duyarsızlık içinde olması,
-    Kendi kendimizi tanıyamamak, 
-    Baskı rejimini aşabilmek için dış güçler ile işbirliğine girme hastalığına kapılmak. 

Bu Osmanlı hastalığının, günümüz Türkiye’sinde geçerliliğini sürdürdüğü kanaatindeyim. Zira bazı devlet yöneticilerinin Amerikancı, bazılarının İngilizci, bazılarının Almancı olduğu bilinen gerçeklerdir. 

Milli olmak, eğitim, duruş, kendine güven sorunudur. Bugüne kadar kendi başına karar verememiş bir yöneticinin iktidara gelince milli olabilmesi mümkün değildir. Bu tür yöneticiler “ben milliyim” dese bile talimat almadan hareket edemezler. İlla ki, birileri tarafından okşanmak isterler. 

Millilik, bir karakter meselesidir. Çocukluktan başlar ve ölünceye kadar devam eder. Tepeye çıkıncaya kadar milli olamayıp, tepeye çıktıktan sonra milli olmak mümkün değildir. Bu durum doğaya aykırıdır.  

Yazarın Diğer Yazıları