Geçenlerde bir misafirim gelmişti onunla önce bir kafede oturduk, ardından da başka bir mekanda bir şeyler yedik.
İlk gittiğimiz kafede toplam 535 TL hesap ödedim. Yemek yediğimiz mekanda ise 618 TL hesap ödedim. Böylece toplam 1.135 TL hesap ödemiş oldum.
Ben yaptığım ödemelerden sonra, ne olur ne olmaz diye mutlaka fişlerini alırım. Yine öyle yaptım ve fişleri aldım.
Biraz şeytan dürttü, biraz da uzun süredir merak ettiğim bir konu için fişleri inceledim.
Birinci ödememde yani 535 TL’lik ödememde devlete 48,68 TL, ikinci ödememde yani 618 TL’lik ödememde 58,18 TL olmak üzere toplam 106,88 TL KDV adı altında vergi ödemişim.
Sadece 2-3 saatlik bir süre içerisinde yaptığım iki harcama karşılığında devletin kasasına 106,88 TL koymuşum.
Bu rakam üzerine şöyle düşündüm: Eğer ülkede aynı saatlerde benim gibi bir milyon kişi kafe ve restoranlarda 1.135 TL harcama yapmış ise sadece günün o 2-3 saatlik süresi içerisinde devletin kasasına vergi olarak 106,88X1.000.000=106.880.000 TL (Yüz altı milyon sekiz yüz seksen bin lira) para ödemiş olacaktır.
Bu rakamı güne yani 24 saate, aya yani 30 güne ve yıla yani 365 güne çarptığımızda ortaya sadece kahve ve restoranlarda yemek yiyen insanların KDV adı altında devlete ödediği korkunç bir rakam çıkacaktır.
Soru şu: Bu şartlarda ülkeyi emeklisine para ödeyemeyecek duruma nasıl getirdiler?
Demek ki, giderler çok fazla. Oysa “Eski Türkiye“de KDV denen bir vergi yoktu. Buna karşın toplanmış olan verdilerle İstanbul’da iki adet boğaz köprüsü, başta Keban ve Karakaya barajları olmak üzere barajlar yapılmıştı. Bununla birlikte ülkemizin dış borcu da yoktu.
Oysa şimdi, fabrikalar satıldı, 500 milyara yakın dışarıdan borç alındı ve ayrıca ülke emeklisine para veremeyecek bir krizin içerinde boğuşuyor.
Sanırım bütün bunların nedeni; yöneten kesimin savurganlığı, işbilmezliği, şatafat düşkünlüğü, israfı ve iktidarda kalabilmek için yabancı ülkelere ve küresel şirketlere verilen tavizlerdir.