Ahmet Küçükşahin

Osmanlı Neden Çöktü?

Ahmet Küçükşahin

İlk cebir kitabını yazan Abdülhamit İbn Türk Harezmi (?-830), İslam dünyasının ilk filozofu Farabi (830-950), ilk büyük lügatcılardan Cevheri (?-1002), tıp ilminin öncülerinden İbn-i Sina (980-1037) ve ilk astronomlardan Uluğ Bey (1394-1449) ve Ali Kuşçu (1403-1474), eserleri Batı dillerine çevrilen Türk asıllı İslam bilginleridir. 

Fatih Sultan Mehmet devrinin (1451-1481) bitimi Osmanlı bilimsel çöküşünün başlangıcıdır.

 Bilimsel çöküş zaman içerinde fiziksel çöküşü getirmiştir. Çöküş süreci başlangıçta yatay bir seyir izlemiş, ardından hızlı bir şekilde düşüşe geçmiş ve nihayet 1918 yılında fiilen bitmiştir.   

Fatih devrinin sonundan 1595’li yıllara kadar yani 16’ncı yüzyılın sonlarına kadar; iman gücü ile ateşlenen milli dinamizm, üstün bir savaş tekniği, gelişmiş refah ve organizasyon sayesinde Osmanlı İmparatorluğu en kuvvetli ve ihtişamlı bir devlet olmuştur. 

Kanuni devri bu ihtişamın zirvesini teşkil eder. Ne çare ki, dış görünüşteki bu haşmete rağmen, geri kalışımızın tohumları bu devirde (Kanuni döneminde) atılmıştır. Çünkü dünya yeni bir ekonomi düzenine giriyor, yeni bir zihniyet doğuyordu. Yani yeni bir dünya doğuyordu. Osmanlı İmparatorluğu bu yenileşmeye ayak uyduramamıştır. 

Geri kalışımızın ve sonra inkılaplar yapmaya mecbur kalışımızın derindeki sebebi budur. 

Osmanlı İmparatorluğu bu yeni harekete katılmamış, sadece fütuhat (zaferler) peşinde koşmuştur. İmparatorluğun asli unsuru olan Türkler, mal ve canları ile fütuhatın yükünü taşıyor ve gitgide fakirleşiyordu. İktisadi denge Türkler aleyhine bozulmuştu. 

Avrupa’da 14’ncü yüzyıldan (1300’lü yıllar) başlayan insan merkezli düşünme anlayışı (Hümanizm) 15’nci yüzyıldan (1400’lü yıllar) itibaren rönesans ve refomlarla meyvelerini vermeye başlamıştır. 

Hümanizmin (insan merkezli düşünme) birinci eseri Rönesans’tır (Yeniden doğuş). Avrupa’nın doğuşu olan Rönesans hareketi, skolastiğin (bilimin din baskısı altında olması) yerini aklın; nakilciliğin yerine gözlem ve deneyin; teokrasi (dinin egemen olduğu yönetim) yerine laikliğin ikame edilmesidir. (Rönesans’ın 1400-1600 yılları arası dönemi kapsadığı kabul edilir)

Hümanizmin ikinci eseri Reformasyon’dur (Yenilenmek). Protestanlığın hümanist bir hareket oluşunun sebebi; sadece din alanında bir yenileşme meydana getirmesi değil, dini konular dahil her mevzuda kilisenin dar çemberini yarması ve tenkit usulünün her alana uygulanabilirliğini kabul etmesidir. (Reformasyon ise 16 ve 17’nci yüzyılı kapsar)

16’ncı yüzyılda “akılcılık ve deneycilik” ile akıl çağına giren Batı’ya karşın Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1773 yılında Osmanlı devletinde geçen şu olayı anlatır: Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa’nın isteği ve Baron de Todd’un girişimi ile bir “hendesehane”(Teknik ve mühendislik eğitimi veren okul) açılır. İleride müderrishaneye (Tersane çalışanlarının eğitilmesi için teknik okul) dönüşecek bir kurumun açılmasına itiraz eden bazı hendesecilere (geometrici), Baron de Todd’un; “Bir üçgenin iç açıları toplamı kaç derecedir?” Sorusuna bir kişi dışında kimse cevap veremez. Onun da cevabı “Üçgenine göre değişir” olmuştur.

18’nci yüzyılın başında Avusturyalılarla yapılan savaşı, Vezir-i Azam Damat Ali Paşa’nın müneccimlerine danışması sonucu kaybettiğimizi ve bir müneccimin yıldız hesaplarını doğru yapmadığı sebebi ile cezalandırıldığını, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, aynı “Osmanlı Tarihi”nde anlatmaktadır. 

Adnan Adıvar “Osmanlı Türklerinde İlim” adlı eserinde ise; bu savaşta şehit düşen Ali Paşanın malları müsadere edilirken kitaplarından felsefe, eskiçağ tarihi ve astronomiye ait olanların genel kitaplıklara konulmasının devrin Şeyhüslamı İsmail Efendinin fetvası ile yasaklandığını yazmaktadır. 

Doğrusu İstenirse 12 ve 13’ncü yüzyıldan itibaren, İslam dünyasında sadece din bilgini yetişmekte ve kısa bir süre sonra Osmanlı devleti bu “durgun çağ”a girmiş bulunmaktadır. 

17’nci yüzyıldan itibaren bu karanlık gidiş daha da hızlanmış, Batı’daki bilimsel gelişmelerin dışında kalan Osmanlı Devletindeki medrese sistemi çökerek, bilimler tek bilim (şeriat) olarak okutulmuş, kısaca tıp, fizik, matematik, bile din öğretimi içinde yer almıştır. Din kadar önemli bir konu da “ilm-i nurum-astroloji-yıldız falcılığı”dır. 

Saray başta olmak üzere müneccimsiz hiçbir iş görülemez hale gelmiştir. 
İkinci Mahmut (1785-1839) döneminde açılan tıbbiyedeki anatomi derslerinde bile, skolastik kafa direnmiş, devrin Şeyhüslam’ı, Müslüman cesetlerinden yararlanmaya izin vermemiştir. 

İşte Atatürk’ün tarihimizde akılcılık ve bilimcilik çağı, laikliğe dayanarak başlatmasının nedeni; taassuba tutsak olan İslam Dünyasının bu akıl ve bilim dışı durumudur.  

1580’de İstanbul Rasathanesi yıktırılmıştır. Medreselerde ise, güneşi merkez değil, bir gezegen kabul eden ve Copernicus’un yıktığı 1400 yıl öncesine ait İskenderiyeli bir Yunanlı olan Claudius Ptolemy (Batlamyus)nin astronomisi üzerinde çalışılıyor. 

Bununla birlikte 1774’te Lavoisier’in havanın “oksijen” ve “azot”tan oluşan bir birleşik olduğunu saptamasına rağmen, bundan tamamen habersiz olarak “medrese uleması” hala tabiatta toprak, su, hava, ateşten ibaret dört unsur bulunduğunu öğretiyor ve bilim adına birçok başka hezeyanlar savuruyordu. 

Bunun gibi daha 16’ncı yüzyılda ünlü denizci Piri Reis’in eli ile Atlantik Okyanusu kıyılarının haritasının çizildiği ülkemizde 19’ncu yüzyılda coğrafya derslerinde harita göstermenin şeriata uygun olmadığı tartışılıyor.

Akıl, ilim ve dine aykırı yorumlarla Gutenberg matbaası Türkiye’ye ancak 300 yıla yakın bir gecikmeyle 1727 yılında girebiliyor. 

İstanbul’da ilk defa Yahudilerin matbaası 1404’te, Ermenilerin 1567’de, Yunanlıların 1627’de kurulmasına rağmen dinci muhalefet yüzünden ilk Türk matbaası, devrin Şeyhüslamı Abdullah efendinin din dışındaki kitapların basımına müsaade eden fetva vermesi üzerine, ancak 1727’de kurulabilmiş ve ilk kitap 1729 yılında basılabilmiştir. 

1831’de veba salgınının Türkiye sınırlarına dayanması ve hükümetin halkı korumak için gemilerin karantina altına alınmasına karar vermesi üzerine aynı taassup erbabı “karantina Frenk adetidir. Ehli İslam dininde buna riayet caiz değildir” diye başkaldırmış, Osmanlı Devleti de bu kaba kuvvet karşısında sinerek, İstanbul halkını, bu salgın karşısında tam yedi yıl savunmasız bırakmıştır. 

Aynı şekilde paratonerlerin minarelere konulmasına da karşı çıkılmıştır. 

Oysa Sultan Abdulaziz, 1860 yılında “Tren memlekete gelsin de isterse Topkapı Sarayındaki yatak odamdan geçsin” diye çırpındığında Batı’da endüstri devrimini başlatan buhar makinesi icat edileli 160 yıl olmuştu. 

Elektrikle aydınlatma Avrupa’da başkent saraylarında 1850’lerden başlayarak 1860’larda caddelere geçmiş, Türkiye’de ilk elektrik sadece Dolmabahçe Sarayına 1913’te girmiştir. 

Osmanlı’nın çöküşüne sebep olan nedenler Fatih Sultan Mehmet’in ölümüyle (1481) başlamış ve 1918’yılına kadar yaklaşık 350 yıl sürmüştür. 

Başka bir ifadeyle Türk milletini geri bırakan sebepler; Cumhuriyet devrine kadar gerçek anlamda bilim ve teknolojiyi izleyen bir dönemin yaşanmamış olmasıdır. 

Yazarın Diğer Yazıları